70 Yıl Önce Giresun
“Bugün Giresun’da, ne o kınalı ellerin çaldığı ud ve keman sesi, ne de neşeli insanlar var!..”
“Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde, Giresun kadar beni ilgilendiren bir başkasını tanımıyorum. Bu şehir, zamanın sisleri içinde kaybolan çocukluk cennetimin silik, fakat daima yeşil kalan hatıralarını, gençliğimin sürekli hülyalarını canlandırır. O, bitmez tükenmez bir yeşilliğin ortasında şirin sahilleri ve beyaz evleri ile Karadeniz’in Türk yüzlü güzelidir. Şehir, dik olmayan fındık bahçelerinin eteklerinde bir temaşa dekoru şeklinde gözlerimize açılır ve bize füsunla dolu bir belde gibi görünür…”
Bundan neredeyse 70 yıl önce yazılmış bu yazı Giresun’un 1940’lı yıllarının sonuna tanıklık ediyor. Ayrıca, bir şehrin bu kadar güzel bir yazı girişi ile anlatılması herhalde az bulunan bir üsluptur.
Karadeniz’in Türk yüzlü güzeli
Yazarın, Giresun’u Karadeniz’in Türk yüzlü güzeli olarak tanımlaması da ayrı bir ilginçlik olmuş. O zamanlarda şehrin yakın tepelerinde oldukça yoğun bir fındık bahçelerinin olduğunu anlıyoruz. Ayrıca şehir bugünkü kadar genişlememiş ve mahalle sayısı az. Kumyalı, Çekek, Hacıhüseyin, Çınarlar, Kale, Satlar, Söken, Soğuksu, Saytaş ve Lonca mahalleri yazıda geçiyor.
Gemilerçekeği denilen ama şimdi gemiler çekilemeyen, bozulan doğal liman sahiline bir zamanlar büyük yelkenli gemilerin yanaştığı, kızaklarla kıyıya çekildikleri ve Rusya’ya fındık taşıdıklarından bahsedilmektedir.
Giresun tarihinden kısa bir açıklama ile devam eden yazıda eski Giresun düğün adetlerinden de alıntılar mevcut. Özellikle tas içinden yüzük alınarak mani okunması ilgimi çekti.
Giresun Modası
70 yıldır değişmeyen tek şeyin Giresun modası olduğunu da bu yazıdan anlıyoruz. “Bütün modalar ve zarafetlerle, ferdi ve içtimai hayatta her türlü yaratıcı hamleler bu memlekete dışarıdan gelir. Kadın ve erkek giyim tarzları ile kadın tuvaletleri bir görenek halinde şehirde tutunur kalır.”
O zamanlar evlerden ud, keman sesleri yükseldiğini duymak şimdinin beton yapılı Giresun içinde insana garip bir hüzün veriyor.
Yağmurun damla ile değil kovayla gökten yağdığı Giresun’un 1940’lı yılların sonunda içme suyu sıkıntısı çektiğini öğrendiğimde şok oldum. O yıllarda şehirde sadece iki içme suyu çeşmesi varmış. Çallı Çeşmesi ve Yüzbaşısuyu Çeşmesi. Şehirli Kayaköy’den getirilmesi beklenen Gürleyen suyunun bir an önce şehre getirilmesi için dua ediyormuş.
Sözü fazla uzatmadan sizi 70 yıl önceki Giresun’u daha detaylı ve o zamanın dilinden okumak için yazarın tam metniyle baş başa bırakıyorum.
FINDIK DİYARI YEŞİL GİRESUN
Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde, Giresun kadar beni ilgilendiren bir başkasını tanımıyorum. Bu şehir, zamanın sisleri içinde kaybolan çocukluk cennetimin silik, fakat daima yeşil kalan hatıralarını, gençliğimin sürekli hülyalarını canlandırır. O, bitmez tükenmez bir yeşilliğin ortasında şirin sahilleri ve beyaz evleri ile Karadeniz’in Türk yüzlü güzelidir. Şehir, dik olmayan fındık bahçelerinin eteklerinde bir temaşa dekoru şeklinde gözlerimize açılır ve bize füsunla dolu bir belde gibi görünür…
Yorucu bir vapur yolculuğundan sonra şehre girilince yeşil bir seccadeye kapanılmış gibi bir rüya havası başlar. Orada, büyük şehirlere has olan birbirinden farklı semtler vardır. Kumyalı, Çekek, Hacıhüseyin, Çınarlar, Kale, Satlar, Söken, Soğuksu, Saytaş ve Lonca, her biri ayrı güzelliktedirler. Bu parçalar bir araya toplanırsa hayalimizde yaprak yaprak açılan “Yeşil Giresun” doğar. Pek az memleket, yeşilliği bu kadar cömertlikle dokumuştur. Burasını ben, büyük şairimiz Yahya Kemal’in:
“Nice revnaklı şehirler görünür dünyada
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan”
beyiti ile övdüğü şehre çok benzetirim.Güneşli yaz sabahlarında, fındık bahçelerinden ince bir sis, ağaçların tepelerinden sıyrılarak kıyılara iner, kaybolur ve cennet gibi bir sahil şehri belirir. Denebilir ki, Giresun kıyıları güneşe armağan edilmek üzere su kenarına dizilmiş bahçeler dolusu fındık ve yapraktır. Bu sahiller yazın ölgün, hareketsiz, kışın hırçın ve uğultuludur. Tabii ve suni bir limanı olmadığı için kışın gemilerin barınması imkânsızdır. Karadeniz’den gelen yolcuları, uzaktan kendine bağlayan şehir, yedi camii ile yeşil dekor içinde cömert yaradılışlı güzellikleri andırır. Kumyalı camiinin sihrini yapan şey, onun şehrin bir sahilinde henüz karaya yaklaşmış bir masal gemisi duruşunda aranmalıdır. Bu cami, gergin kütlesi ile şehrin ilk sanat manzumesidir. Kapu ve Kale camileri de küçük ve mütevazı yapılışları ile Türk Giresun’un en şirin eserleridir.
Çekek denilen yerde, uzun direklerin arasına gerilmiş balık ağları işsiz bir örümceğin gittikçe büyüyen yuvasını andırır. Burası, vaktiyle Batum’a, Kırım’a, Sivastopol’a ve uzak diyarları fındık taşıyan büyük yelkenlilerin kızaklar üstüne çekildiği yerdi. Değişen dünyanın manzarasına uyarak eski satvetini kaybetmiştir. Şimdi ise büyük tekmeli motörler ve yelkenliler yerine, küçük çapta aynı denizin Türk sahillerine yük taşıyan küçük taşıtlara barınak olmuştur.
Giresun Tarihi
Giresun, belirli bir devrin eseridir. Zamanla uğradığı değişiklikler tarihin ona verdiği o manalı çizgileri silememiştir. Şehir, eski Yunan göçmenleri tarafından kurulmuş ve kiraz ağaçlarının çokluğundan dolayı “Cerasus” adı ile anılmıştır. Bugünkü “Giresun” bu kelimeden bozmadır. “Farnas” devrinde bir müddet “Farnasya” adı ile anılmıştır. Milattan önce yetmiş üç yılında bütün Pontus mıntıkasını ele geçiren Romalı General Lucullus, kiraz ağaçlarını buradan alarak Avrupa’ya götürmüş ve kasaba da gene eski adı ile söylenmeye başlanmıştır. Bugün Giresun’a tarihi şehir özelliğini veren eski kalesi Farnasya adını taşıdığı andan yadigâr kalmıştır. Şehri eteklerine alan bu kale, burçları, kuleleri, beline dolanan surları, kral sarayları, amfisi ve kuyuları ile geçmişte olduğu kadar bugün de mavi ve yıldızlı gök altında sessiz duruyor. Her Giresunlu için bu kale, bir zafer abidesi kadar canlı bir tarihtir. Kasabanın bağrından dile gelmiş bir destan gibi yükselen bu kalenin tepesinde kim bilir hangi kanlı fetvalar okundu, kim bilir bir kültürün, bir zihniyetin mücessem gururu şeklinde olan geniş surların önünde üst üste ne kadar insan kanı döküldü!
Bütün bunlar, insanla geniş ilhamlı bir ruh gibi konuşan tarihin eseri değil midir? Şimdi ben bu kaleden, eski sakinlerinin devamsız, kısık seslerini işitir gibi oluyorum.
İstiklâl Savaşı’nın o karanlık günlerinde, bir manga Türk askeri ile düşman bayrağı tepende parçalanan ey Giresun Kalesi, seni çocukluğumun en canlı ve kuvvetli hatırası olarak asla unutmayacağım!
Memleketin saadeti, refahı ve serveti fındıktır. Her yıl tabiatın cömertlikle bahçelere serptiği fındıklar Ağustos ayında emeçe(imece) ile toplanır. Bu bahçelerin tadını alabilmek ona derin ve manevi bir yoldan girmek gerektir.
Ankara Radyosu’nun Yurttan Sesler saatinde Giresun:
“Oy Giresun’un evleri, şima ile kaynama
Benim ile oynadın, başkasıyla oynama
Oy Giresun kayıkları, hep geliyor kârından
Sevdim de alamadım, ölüyom efkârımdan
Ağam haydi, yar haydi, kunduram taştan kaydı
Elin bir tanesi nasıl diyelim haydi.”“Ölüyorum” u “ölüyom” yapan halk şivesi, bu türküsü ile bütün yurda yayılır.
Giresun kadınları
Giresun kadınları, dini bayramlarda ve düğünlerde ellerine kına yakmakla neşeli güne katıldıklarını belli ederlerdi. Çok eskiden beri sürüp gelen bu gelenek, bugün artık bırakılmış gibidir. Fakat düğünlerde üç etek giyerek(Karşılama) ve Bel kırma oyunlarını özenerek oynayanlara hala sık sık rastlanıyor.
Geceleri, kızlarla genç kadınların bir araya toplanarak, tas içine koyup çektikleri yüzükler, hep bir ağızdan söylenen manilerle tastan çıkarılır. Buna müteakip fincan oyunu başlar, hoş vakit geçirilir.
“Bir fındığın içini, yar senden ayrı yemem
Bugün gördüm yârimi, ölürsem de gam yemem
Ninay, aslanım ninay, ninay sevgilim ninay.”
diyen her Giresunlu bu türkü ile sevgilisine vefasını anlatır.Bütün modalar ve zarafetlerle, ferdi ve içtimai hayatta her türlü yaratıcı hamleler bu memlekete dışarıdan gelir. Kadın ve erkek giyim tarzları ile kadın tuvaletleri bir görenek halinde şehirde tutunur kalır.
Bugün şehirde, ne o kınalı ellerin çaldığı ud ve keman sesi, ne de neşeli insanlar var!.. Her yıl biraz daha nüfusunun azalmasına sebep de işsizliktir. İçilecek iki suyu var: Çallı ve Yüzbaşı çeşmelerinin akıttıkları. Fakat bunlar, şehrin ihtiyacını giderecek bollukta değildir. Kaya köyünden getirilmesi düşünülen Gürleyen suyu şehre indiği gün halk bayram yapacaktır.
R. Bayraktaroğlu
Mahmudpaşa, Yeşildirek
Revnak: Göz alıcı, parıltılı
Temaşa: Temsil, piyes, tiyatro
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, sayı 9115