Cadı Avı
Cadı avının sürdüğü ve binlerce masum kadının yakıldığı 1600’lü yıllarda Almanya’da yaşayan bir papaz, kilisenin dolayısıyla devletin kendi eliyle işkence yaptığını ve bu yapılanların resmi bir terör olduğunu öne sürerek bir kitap yayınladı. Bu kitap daha çok yargıçları ve savcıları ilgilendiriyordu. Engisizyon Mahkemeleri’nin masum insanları acımasızca nasıl kolay yoldan mahkûm ettiğini maddeler halinde sıralıyor ve yargıçların artık buna bir son vermesi gerektiğini ve adil davranmalarını istiyordu.
Cautio Criminalis
Türkçeye “Cezalara Dikkat” olarak çevirebiliriz. Ama daha çok “Yargıçlar için Tedbirler” adıyla bilinir. Yazarın adı Friedrich Spee. Elbette ki bu kitabı yazdıktan sonra kilise onu cezasız bırakmayacaktı ama daha yargılanamadan o zamanların salgın hastalığı veba nedeniyle 44 yaşında yaşamını yitirdi.
Bu kitapta yazılan bazı maddeleri sizinle paylaşmak istedim.
Acaba günümüz ile bir benzerlik yakalayabilecek misiniz? Kolaylık olsun diye bir ipucu vereyim; aşağıda adı geçen “cadı” kelimesinin yerine iddianamesi on binlerce sayfa olan davanın suçu ispat edilemediği halde yıllarca tutuklu bırakılanları koyun.
Yargıçlar İçin Tedbirler
- … Artık her şeyden Tanrı ya da doğa değil, cadılar sorumlu tutulur olmaya başladı.
- Böylece herkes bir yaygara kopararak hâkimlerin, dedikodunun, iftiranın böylesi kalabalık bir sayıya ulaştırdığı cadıları sorgulamasını ister.
- Sonra prensler yargıçlara emir salar ve aracılar cadılar aleyhinde zabıt tutar.
- Bu prenslerin hatırını kırmak ciddi bir suçtur; din adamları bile, bu prensler kim tarafından kışkırtılmış olursa olsun, onları memnun edecek her şeyi onaylarlar.
- Ellerinde hiç emare ya da kanıt olmayan yargıçlar, nereden başlayacaklarını bir türlü bilemezler.
- Bu arada, insanlar bu gecikmeye kuşkuyla bakmaya başlar ve prensler şu ya da bu gammazcı tarafından bu durumdan haberdar edilir.
- Sonunda, yargıçlar onların isteklerine boyun eğer ve bir yolunu bulup davaya başlarlar.
- Bu ince işe karışmaktan korktukları için davayı hala geciktiren diğer yargıçlara özel bir sorgucu gönderilir. Bu soruşturma alanında, sorgucunun işe kattığı her türlü deneyimsiz ve kibirli tavır adalet uğruna sayılır. Sorgucunun adalet sevdası, hele de yoksul ve çok çocuklu, açgözlü biriyse, kâr umuduyla iyice bilenir. Zira bu kişilere ufak tefek ücretler ve yakaladıklarından zorla alma hakkına sahip oldukları ödenek dışında, yakılan cadı başına dolgun bir ödül de verilir.
- Yaşlı kadın hapsedilir. İkinci bir ikileme başvurarak yeni bir kanıt bulunur, Mahkûm korkuyordur ya da korkmuyordur. Kendisine yapılacak korkunç işkenceleri duyduğunda korkarsa, bu kesin kanıt sayılır; çünkü bilinci onu suçlamaktadır. Masumiyetine güvenerek korkmazsa, bu da kanıt sayılır; çünkü cadılar hep masummuş gibi davranıp cesurca bir tavır takınır.
- Tek kanıt bunlar olmasın diye sorgucu, genellikle ahlaksız ve rezil kişiler olan casuslarını, kadının tüm geçmiş yaşamını didiklemekle görevlendirir. Bu iş tabii ki kadının sözde yaptığı ya da söylediği ve böylesi kötü adamların kolayca cadılık kanıtı olarak gösterebilecekleri şeyler uydurmadan olmaz.
- Artık kadının kötülüğüne inanmış herkesin eline, ona karşı istedikleri suçlamayı getirmek için bol bol fırsat geçmiş olur; herkes kadının aleyhindeki kanıtın güçlü olduğunu söyler.
- Ve kadın derhal işkence masasına yatırılır; tabii eğer çoğunlukla olduğu gibi, tutuklandığı ilk gün işkence görmeye başlamadıysa.
- Bu davalarda kimseye avukat tutma ya da adil savunma hakkı tanınmaz; çünkü cadılık, tüm hukuk sürecinin bir kenara konulabileceği kadar büyük bir suç sayılır ve her kim tutukluyu savunmaya kalkarsa, kendisi cadı olduğu yolunda kuşku uyandırır. Davalarda iddia makamına karşı tek bir söz söylemeye ve yargıçları dikkatli olmaya çağırmaya cesaret edenlere de derhal cadı destekçisi yaftası yapıştırılır. Bu nedenle herkes korkudan susar.
- Böylelikle kadının kendini savunma şansı var gibi gösterilerek mahkemeye getirilir, suçunu gösteren kanıtlar sunulur ve incelenir. Buna incelemek denirse tabii.
- Bu suçları reddetse ve her suçlamaya doyurucu yanıtlar verse de hiç dikkate alınmaz ve yanıtları kayıtlara bile geçmez. Verdiği yanıtlar ne denli kusursuz olsa da, iddianame gücünü ve geçerliliğini korur. Sanık, inatçılıkta ısrar edip etmeyeceğini bir kez daha düşünmesi için tekrar hapse gönderilir. Suçunu inkar ettiğine göre inatçılık ediyor demektir.
- Ertesi gün tekrar mahkemeye getirilerek, sanki suçlamaları yalanlamamışçasına yeniden işkenceye mahkum edilir.
- Birinci derece, yani en hafif işkence ile işe başlanır. Aslında çok ağır bir işkence olmasına karşın, ardından gelenlerin yanında hafif kalır. Bu nedenle, itiraf ederse, kadının işkence görmeden itiraf ettiğini söylerler!
- Hangi prens, kendiliğinden, işkence görmeksizin itirafta bulunmuş birinin suçluluğundan kuşku duyabilir?
- Böylece sanık hiçbir vicdan yükü duymadan ölüme mahkum edilir. Ancak, itiraf etmese de idam edilecektir; çünkü bir kez işkence başladı mı, işin ucunda zaten ölüm vardır: Ondan kaçamaz, ölmeye mecburdur.
- İtiraf etsin ya da etmesin, sonuç aynıdır. İtiraf ederse, suçu açıktır: İdam edilir. Sözünü geri alsa da boşunadır. İtiraf etmezse, işkence yinelenir -iki, üç, dört kez. İstisnai suçlarda, işkencede süre, şiddet ya da sıklık sınırı yoktur.
- Kadın kendini asla aklayamaz. Soruşturma kurulu bir kadını beraat ettirecek olursa kendini aşağılanmış hisseder; bir kez tutuklanıp zincire vuruldu mu, adilce olsun olmasın, mutlaka suçlu bulunmalıdır.
- Daha anlayışlı ya da eğitimli rahiplerin kadını görmesine, ona öğüt verir ya da prenslere olup biteni bildirir korkusuyla izin verilmez. Sanığın masumiyetini kanıtlayacak bir şeyin gün yüzüne çıkmasından korkulduğu kadar hiçbir şeyden korkulmaz. Bu yönde çabalayan kişiler baş belası damgası yer.
- Kadın hapiste tutulup işkence görürken yargıçlar, onu yüzüne karşı suçlamak için yeni suç kanıtları uydurmaya yarayacak kurnazca araçlara başvururlar; böylece, davayı gözden geçiren üniversite fakülte üyeleri de sanığın canlı canlı yakılmasını onaylayabilir.
- Aşırı titiz görünmek isteyen kimi yargıçlar, kadına şeytan çıkarma ayini uygulanıp başka bir yere nakledilmesi ve konuşması için yeniden işkence görmesi isteminde bulunur. Konuşmamakta hala ısrar ediyorsa, sonunda artık yakılmayı hak eder. Şimdi Tanrı adına soruyorum, itiraf eden de etmeyen de aynı sonla karşılaştığına göre, ne denli masum olursa olsun bir tutuklu nasıl kurtulabilir? Ah, mutsuz kadın, neden aptalca umut besledin? Neden hapse ilk girdiğinde istediklerini söylemedin? Aptal ve çılgın kadın, neden bir kere ölebilecekken binlerce kez ölmeyi istedin? Öğüdümü tut ve tüm o acıları çekmeden suçlu olduğunu söyleyip öl. Kaçamazsın…
- Acı içindeki cadı itiraf ettiğinde, hali tarifsizdir. Kendisi kaçamayacağı gibi, isimleri sorgucular ve cellatlar tarafından söyletilmiş ya da kendisinin kuşkulu olduklarını duymuş olduğu tanımadığı kişileri de suçlamaya mecbur edilir. Yeni suçlular diğerlerini, onlar da başkalarını suçlamaya zorlanır ve böylece sonsuz bir zincir oluşturulur. Bunun sonu var mıdır?
- Yargıçlar ya bu davalardan vazgeçmeli ve geçerliliklerini sorgulamalı ya da kendi komşularını, kendilerini ve kalan herkesi yakmalılar; çünkü er ya da geç herkese sıra gelecek ve işkence altında her birinin suçluluğu kanıtlanabilecektir.
- Sonunda alevleri beslemek için sesini en çok yükseltenler kendilerini kazığa bağlı bulacaklar; çünkü kendi sıralarının da geleceğini göremeyecek kadar aptalca davrandılar. Tanrı, zehirli dilleriyle böylesine çok cadı yaratıp böylesine çok masum insanı kazığa gönderenlere hak ettiği cezayı verir…
Bugünü bırakın, yarını görebilmek demek tarihi bilmektir
Bundan 400 yıl önce yazılan kitaptan bugüne pek te bir şey değişmemiş: YAKILMAK hariç…
Ömer Hayyam der ki;
O gafiller ki mana incisini deldiler;
Felekle türlü türlü laflar ettiler.
Anlayamadıkları için cihan sırlarını
Önce çeneyi sonra kuyruğu titrettiler!