Çeşmeden Su Alır Gibi Hamsi Almak
Hafta sonları Karaköy köprüsünde ya da Boğaz sahillerinde balık tutmaya çalışıyorum. Saatlerce bekliyorum. Bir ara, bir-iki balık oltaya geliyor. Sonra yine bekle. Bekle ki balığın keyfi gelsin. Kısaca İstanbul’da kıyıdan balık tutmanın da bir esprisi kalmadı. Ancak oyalanmak ve kol kası yapmak için oltayı saatlerce sallayabilirsiniz.
Neden böyle yazdım?
Önceden 2 metrelik misina ile yemsiz istavrit, hamsi tutuyorduk. Kancaya yem kokusu değsin yeter: Balıklar nasıl da atlıyordu kancaya. Sadece midyeyi yem yaparak kilolarca balık tutabiliyorduk. Oysa şimdi, balık kıyıya yemlenmek için gelse bile nazlana nazlana oltaya geliyor.
Konuyla ilgili “bir zamanlar balıklar nasılmış?” hatırlamak adına, ister istemez arşivden bu haberi de çıkarmak caiz oldu.
Yıl 1959, aylardan Aralık. Giresun sahilleri sanki kum gibi kaynıyor. Tonlarca hamsi kendini karaya atıyor. Çünkü peşinde ya istavrit ya da palamut sürüsü var. Giresun halkı hamsiyi tenekelerle karadan topluyor. Elbette bu olay gazeteye -biraz da Giresun yöresi anlatımıyla- şöyle haber oluyor;
Giresun şehri hamsi kokusundan geçilmemektedir. Binlerce ton hamsi karaya vurmuştur. Halk “çeşmeden su alır” gibi hamsi toplamakta ve sabah, öğle, akşam hamsi yemektedir. Bu yüzden şehrin içi hamsi kokusundan geçilmemektedir. 25.12.1959 Milliyet, Giresun Hususi
1970’li yıllarda küçük bir çocukken ben de böyle bir olaya şahit olmuş ve kıyıdan topladığım kilolarca hamsiyi, kollarını bağlayarak torba haline getirdiğim gömleğimle eve taşımıştım. O zamanlar naylon poşet yoktu ki; daha çok balık toplayayım. Gübre torbasının naylonları ya da un, şeker gibi gıdaların çuvalları yıkanır ve evlerde bir mücevher gibi saklanırdı. Hey gidi günler hey…