İpeksi Bir Sinire ve Bakışa Sahip Olmak- 1
Bir fenomendir O!
“İpeksi bir sinir ve bakış mı olur?” demeyin hemen! Ben de sizler gibi düşünüyordum: ta ki O’nu tanıyana kadar. Her zaman ipek gibi bir tene sahip olmak için kozmetiklere milyonlar harcanırken; benim sizlere anlatacağım hikâyeden sonra ipeksi bir sinir ve bakışla birlikte cildinize de ipek yumuşaklığı geleceğini umuyorum. Hem de bedavaya!
Aşağıda anlatılan hikâye hayal ürünü olmayıp içinde geçen kişi ve kurumlar tamamen gerçektir. Ancak konunun daha akılda kalması açısından “eğretileme ve kısmen mecaz dili” kullanılmıştır.
Onu ilk tanıdığımda gayet sakin, ağırbaşlı neredeyse bir kaplumbağa yavaşlığında hareket ediyordu. Vücudu Van Damme kaslı, yüzü ise Jean Paul Belmando’nun gençlik halinin photoshoplanmış haline benziyordu. Telefonda konuşurken bile sanki standbye modunda sadece pilden enerji yakan bir bilgisayar gibiydi. Uzunca konuşmalara cevabı sadece “Hal-le-deriz. Tamam. Oldu.” şeklinde üç kelimeden ibaretti. Nerdeyse sıfır kalori tüketerek konuşuyordu. Demek ki, işlerin halledilmesi için bu sihirli üç kelime yeterli diye düşünmeye başlamıştım. 1 haftalık müşteri ziyaretlerine giderdi. Herhalde en az 40 müşteri gezmiştir diye düşünürken bir de bakarım ki; 3 ya da 4 ziyaret yapmış! Bir iş yaparken: daha başlamadan 40 tilkiyi birer birer iğne deliğinden geçirir sonra yola koyulurdu. İster istemez kendimle de karşılaştırmıyor değildim. Çok farklıydık. Ben, hızlı, aceleci, koşturan, telefonda hızlı konuşup başka işe koşan, yerinde duramayan biri iken o; sanki başka bir boyutta idi. Geçen yıllar içinde pek samimi olamadıysak ta sanki ortak noktalarımız var gibiydi. Hissediyordum bunu. Ama nasıl olacak ve kaderin cilvesi bu iki farklı insanı nasıl aynı teraziye koyacaktı? Yıllar birkaç teker döndürdükten sonraki gelişmeler şu şekilde oldu.
Onu tanımaya çalışıyordum. Yıllarca yapamadığımız sohbetleri kısada olsa yapmaya başladık. Tanıdıkça ve konuştukça onun bu sakin mizacını ve ipeksi sinirini merak etmeye başladım. Gerçi ipek yumuşaklığında dediysek te o kadar değil; onu da sinirlendiren bazı şeyler vardı. Mesela verdiği bir “Merhaba” selamına cevap verilmemesi ya da kendisine selam verilmemesi onu çok üzüyordu. Ama bunu dışarıya vuramayacak kadar da anlayışlı fakat içinden kan ağlıyordu. Hele iki yüzlülük, riya, yalandan hiç haz etmezdi. Bu nedenle “İnsanları sevverim amma, selamımı almayanlar beni deli ediyor ulenn.” diyerek kendini avutuyordu. Her ne olursa olsun kavga ve dalaşma yerine diyalogu seçiyordu. Ama onu dinleyen, anlayabilen kişi çok azdı. Fakat ne olursa olsun bu ipeksiliğinin sırrını bulmalıydım.
Bu nedenle psikoteknik yaklaşımlarda bulundum. Ancak bu, işin sırrını ortaya çıkarmaya yetmedi.
Düşünmeye başladım. Aşırı derecede bitki çayları içiyor; fındık, fıstık, badem yiyordu. Hadi bitki çayları cildine ipeksilik verebilir; fıstık, badem gücüne güç katabilirdi. Ama sırrının kaynağı bunlar olamazdı. Ayrıca arkadaşlarına güllü, dallı, çiçekli böcekli ve genelde alıntı olan sunumlar vs. gönderiyordu. Ama kendisi yazmadığı için bu gönderdiklerinden dolayı da sebep bu olamazdı. Zamanında yoga, müzik ve bale ile uğraşmıştı. Bu tür faaliyetlerde bulunması da acaba onun ipeksi siniri ve bakışının nedeni olabilir miydi? Hayır! Çünki artık bunlarla uğraşmıyordu. Bu nedenle kendisini teknik takibe almaya başladım. İzliyor ve sürekli gözüm üzerindeydi.
Hafta sonları kendisiyle hiç görüşemiyorduk. Bütün ısrarlarıma rağmen kabul etmezdi. Şüphelendim bu durumdan. Onu hafta sonu takip edecektim.
Bir cumartesi günü takıldım peşine. Evden çıkarken neşeli görünüyordu. Durağa gitti ve otobüse bindi. Ön koltuğa oturarak gazetesini okumaya başladı. Tanınmamak için otobüse arka kapıdan bindim onu izlemeye başladım. Otobüs hareket ederken “Bakalım ne öğrenebilecektim?” diye düşünmeye başladım.