Sanatçı Neyin Peşindedir? -Sanat ve Sanatçılar 5/7-
Büyük sanat yapıtlarının tadılmasında, alışkanlıklarımızı ve önyargılarımızı aşmaktaki isteksizliğimizden daha kötü bir engel yoktur. Bilinen bir konuyu alışılmamış bir biçimde canlandıran bir resim, “doğru” olmadığı gibi dayanaksız bir gerekçeyle eleştirilir çoğu zaman. Bir olayı sanatta ne kadar sık görürsek, aynı konunun hep aynı örneğe uygun olarak betimlenmesi gerektiğine o kadar körü körüne bağlanırız
Kutsal konulara gelince, ortalığı yaygaraya vermek özellikle kolaydır. Bilindiği gibi, Kutsal Kitaplar, İsa’nın dış görünüşüne ilişkin en 12 ufak bir ipucu vermezler. Ama Tanrı’nın bile insan biçimli olarak hayal edilemeyeceği ve giderek, alıştığımız imgeleri ilk kez ilk o sanatçıların yarattıkları bilindiği halde, birçokları hâlâ, bu geleneksel biçimlerden uzaklaşmanın günah işlemek gibi bir şey olduğuna inanırlar.
Aslında, Kutsal Kitap metinlerine, büyük bir içten bağlılık ve dikkatle kendilerini adayan sanatçılar, genellikle, kutsal öykülerin tümden yeni bir yorumuna girişmişlerdir. Bu sanatçılar, gördükleri tabloları unutmaya, Çocuk İsa’nın yemliğe konulup çobanlarca tapınıldığı veya bir balıkçının, İncil’in bildirisini yaymaya başladığı anı yeniden hayallerinde canlandırmaya çalıştılar. Eski kutsal kaynağı, bu kız oğlan kız bir görüşle okuma çabası, düşünme yeteneği kıt birçok kimseyi, şaşırtıp öfkelendirdi. Buna benzer bir “skandal”, 1600 yılları dolayında etkinlik göstermiş, devrimci ve kocaman yürekli İtalyan ressamı Caravaggio’nun çevresinde koparılmıştır. Bir Roma kilisesinin sunak masasına (altarına) konmak üzere, kendisine bir Aziz Matta tablosu sipariş edilmişti. Aziz, İncil’i yazarken betimlenecek ve İncil’lerin Tanrı’nın sözü olduğunu kanıtlamak için Aziz’in yanma esin perisi bir melek konulacaktı. Ciddi ve uzlaşmasız bir genç olan Caravaggio, Aziz Matta’yı, hiç beklenmedik bir anda bir kitap yazma olayıyla karşı karşıya gelen yaşlı ve yoksul bir emekçi, basit bir halk adamı olarak tasarlamaya çalıştı. Böylece de, koca bir kitabı kabaca tutmaya çabalayan ve alışmadığı yazma eylemi nedeniyle tedirginlikle alnını çatan, ayakları çıplak ve kirli, başı kel bir Aziz Matta çizdi. Yanma da, hemen o an yüksekten inip, öğretmenin küçük öğrenciye yaptığı gibi, yumuşakça azizin elini yöneten körpe bir melek koydu (R. 15). Caravaggio, tabloyu ilgili kiliseye teslim ettiğinde, halk bunu azize karşı bir saygısızlık sayınca, ortalık birbirine girdi. Tablo geri çevrildi ve Caravaggio bir yenisine başlamak zorunda kaldı. Basma başka bir belânın gelmesini önlemek için de, melek veya azizlere değgin en geleneksel kalıp düşüncelere özenle bağlı kaldı (R. 16). Kuşkusuz yine iyi bir tablo koydu ortaya, çünkü Caravaggio tabloyu elinden geldiğince canlı ve ilginç kılmaya çalışmıştı. Ama bu ikinci tablonun, ilkine göre, daha az içten, daha az tutarlı olduğunu da duymamak olanaksızdı.

(Resim-16) CARAVAGGIO: Aziz Matta, kabul edilen ikinci biçim, 1600 dolayları. Roma, S. Luigi dei Francesi kilisesi.
Bu olay, sanat yapıtlarını yanlış nedenlere dayanarak yadsıyan ve eleştiren kimselerin yol açtıkları zararı yeterince dile getirmektedir. Daha önemlisi, “sanat yapıtı” diye nitelemeye alıştığımız şeyin, gizemli bir etkinliğin sonucu olmayıp, insanın insan için yaptığı bir nesne olduğunu da bize kanıtlar. Bir tablo, cam çerçeveye gömülüp duvara asıldığında, insana pek uzak gelir. Müzelerimizde ise sergilenmiş nesneleri ellemek haklı olarak yasaklanmıştır. Ama aslında o yapıtlar, başlangıçta, ellenmek, evrilip çevrilmek, pazarlık konusu edilmek, üzerinde tartışılmak ve sorun olmak için yaratılmışlardır. Fakat her bir ayrıntının, sanatçının ulaştığı bir kararın sonucu olduğunu anımsatmakta yarar var. Onu kim bilir kaç kez düşünmüş, kaç kez değiştirmiştir? Belki arkadaki şu ağacı olduğu gibi bırakmalı mı, yoksa yeniden mi boyamalı diye kendine sormuş, belki de güneşin kızıla boyadığı bir buluta ansızın ve beklenmedik bir parlaklık veren yerinde bir fırça vuruşundan mutlanmış, ya da istemeye istemeye, salt alıcının direntisi sonucu, birtakım figürler eklemiştir. Nitekim, şimdi müzelerin duvarlarını süsleyen tabloların ve galerilerde yer alan heykellerin çoğunluğu hiç de sanat yapıtı olarak sergilenmek için yapılmamıştır. Sanatçının işe koyulduğu andan itibaren kafasında varolan belirli bir amaç ve belirli bir neden sonucu ortaya konulmuşlardır.
Öte yandan, konuya yabancı bizlerin önemsediği güzellik ve ifade kavramlarının sözünü sanatçılar çok seyrek ederler. Her zaman bu böyle olmamıştır elbette, ama geçmişin uzun yüzyıllarında bu böyleydi ve bugün de değişen bir şey yoktur. Bunun nedeni, sanatçıların, bir bakıma, “Güzellik” gibi yükümleyici sözcükleri kullanmaktan huylanan çekingen insanlar olmalarıdır. “Heyecanların dile getirilişi”nden söz etseler veya benzeri başka kalıp-sözler kullansalar, her halde kendini beğenmişlik duygusuna kapılırlar. Onlar, bu şeyleri varsayarlar ve tartışmaya da girmeyi gereksiz görürler. îşte, nedenlerden biri bu, hem de önemli bir neden. Ne ki, bir başka neden daha var. Sanatçıların günlük kaygularında, bu tür düşüncelerin önemi, konuya uzak olanların sandıklarından çok daha azdır.
Sanatçının tabloyu tasarladığında ve bir ilk taslak çizdiğinde düşündüğü veya tuvali boyayıp bitirince kendine sorduğu şeyi söze dökmek pek zordur. Belki o, her şeyin “tamam” olup olmadığını kendine sorduğunu söyleyebilir. Öyleyse, ancak, “tamam” gibi iddiasız sözlerle neyi amaçladığını anladıktan sonra, onun gerçekten neyin peşinde olduğunu kavrayabiliriz.