Taraf ya da Bertaraf Olmak. Bütün Mesele Bu!
“Ya taraf olursunuz ya da bertaraf!” Günlerdir medyayı meşgul eden ve herkesçe aynı yoruma maruz kalan bu cümlenin ardından –tüm medyanın aynı türküyü çalması gibi- aynı şeyleri tekrar edip durmayacağım. Bu sözün ardında yatan gerçekleri ve nasıl bir anlam kazandığını; hem yaşanmış ve yazılmış olaylarla hem de felsefi yaklaşımlarla anlatmaya ve açıklamaya çalışacağım.
Önce olayı kısaca anımsayalım. Bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayip Erdoğan 12 Eylül referandumuna “evet” desteği vermeyeceğini açıklayan TÜSİAD’ı hedef göstererek “Ya taraf olursunuz ya da bertaraf!” şeklinde bir açıklama yaptı. Sonrasında da kıyamet koptu!
Bu söz haklı olarak: “Ya bu referanduma ‘evet deme’ yönünde taraf olursunuz ya da hayır derseniz; yok olursunuz!” ve/veya “Tarafınızı belli edin! Tarafı belli olmayan tarafsız kalır, yok olur!” şeklinde yorumlandı.
Buna benzer yorumların hemen hepsi doğrudur ve aynı kapıya çıkar. Ne şekilde olursa olsun; ister dil sürçmesi; ister söyleyiş hatası; ister eksik cümle; verilmek istenen mesaj ve/veya üstü kapalı niyet; gayet aşikârdır. “Bu referanduma destek ol. Ya da yok ol!”
Meclis çatısı altında çözümlenememiş “Anayasa değişikliği paketini” nihayetinde son umut olarak gördüğü referandum ortamına taşımayı başarmış; bu referandumu il gezilerinde ve basın açıklamalarındaki söylemleri ile resmen seçim havasına sokmuş olan AKP iktidarının bu kertede; bu ve buna benzer açıklama yapmasını doğal karşılamak lazım. Sonuçta iktidar partisi kendi geleceği için önemli gördüğü referandumdan “evet” oyu alabilmek için tüm gücüyle savaşıyor. Bu nedenle “taraf” olması; demokratik cumhuriyetlerde “özgür irade ile kanaat kullanabilme, fikrini beyan edebilme ve savunma hakkının” bir göstergesidir.
İktidarın “referanduma evet” kanaati ve düşüncesi ile “taraf” olmasının yanında, referanduma hayır diyenlerin de bir başka “taraf” olması demokratik hak ve özgürlüktür. Tıpkı iktidarın saf tutuğu “taraf”ın kabul görüldüğü gibi. Buna göre bir “taraf” diğerine göre “bitaraf” (tarafsız) ya da “bertaraf “(tarafsız bırakma) durumunda sayılabilir mi? Bir düşünceye taraf olanların, olmayanı bertaraf etme hakkı var mı?
Sayın Başbakanın bu sözü kendi tarafından bakıldığında ne kadar haklı ise, karşı tarafın da bu sözü söyleme hakkı vardır. Çünkü her ikisi de bir “taraf” teşkil etmektedir.
Taraf olmaya felsefi açıdan bakacak olursak; bunun insan iradesinin özgür seçimi olarak görebiliriz. Ancak çocukluğundan beri sürekli seçim yapmak zorunda bırakılan kişi, hayatının neredeyse tamamına yakın kısmını seçimler ve bunun sonucu olan taraf kalma ilkesi içerisinde geçirmek zorunda kalmıştır. “Düşünceni seç, okulunu seç, partini seç, işini seç, oyunu seç vs…” dayatması; insanın özgür seçim iradesiyle değil tamamıyla zorunlu ve baskıcı ortamda bir “taraf olmaya” zorlayan bir koşul olmuştur. Seçme özgürlüğünün ve oy kullanma seçeneğinin özgür bırakıldığı bir ortamda hem “gönüllü olarak sandık başına gidin” mesajı verilir hem de “gitmeyen para cezasına çarptırılacaktır!”, “taraf olmazsanız, bertaraf olursunuz!” denilecektir. “Bu ne perhiz? Bu ne lahana turşusu?” deyimi işte tam bu durumu özetleyen bir cümledir. Yani insanın seçim yapması, taraf olması, oy kullanması gibi demokratik hakkının yanında bu seçimi yapmaması, taraf olmaması ve oy kullanmaması gibi hakkları da bulunmaktadır. Kimi düşünürler bunu pasifizm olarak görerek kişinin seçim yapmamasının, seçim yapanın hakkına gasp teşkil ettiğini ileri sürerler. Hatta öyküsünü çok sevdiğim, Nazi Almanyası’nda yaşayan din adamı Martin Niemöller günlüğüne düştüğü meşhur yazısı bu düşünceye örnek gösterilse de, konuyu paradoksal olarak tamamlamaktan öteye geçmez. Ama bir “taraftan” bakarsanız kesinlikle doğru bir önerme olarak gerçeklik bulacaktır. Anlatayım;
“Önce komünistler için geldiler, sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sonra sosyalistleri toplamaya başladılar, sustum: çünkü sosyalist değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler, sustum; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri toplamaya başladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim.
En sonunda beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
1500’lü yılların hemen başında yazdığı “Deliliğe Övgü” kitabıyla o zamanın taraf olan kilise cemaati ve bitaraf olan aydınlanmacı cemaatin de tepkisini çeken Rotterdam’lı Erasmus, hümanizmin babası sayılmaktadır. Ona göre taraflar olmamalı, tek bir düşüncede karar kılınmalıydı. Hatta tüm Avrupa milletlerinin birleşmesini istiyordu. (Sözünü ettiği Avrupa Birliği için 500 yıl beklemek gerekti.) Bu nedenle kitabında zamanın kilisesine, kilise adamlarına, düzene, felsefeye, bilim adamlarına delilik kisvesi altında eleştiride bulunuyordu. Hiç bir şeye taraf olmamasına rağmen her iki taraf ta onu çok eleştirdi. Ölümünden yüzyıllar sonra bile eleştirilmeye devam edildi.
Yazdığı biyografileri ile ünlenen 20. yy. yazarlarından Stefan Zweig taraf/bitaraf konusuna çok daha ciddi yaklaşımda bulunmuştu. Hatta Erasmus hakkında biyografi yazmıştı. Ona göre hümanizm ulaşılamaz bir durum olup, bu cahillik, bilgisizlik, iktidar ve bağnazlık karşısında akıl ve bilim çaresiz kalmış; ve sonucunda kamplaşmalar, kutuplaşmalar ve kitlesel yığılmaların elinde şiddetin ve baskının egemen olduğu bir kaos ortamı oluşmuştur. Bu nedenle 2. Dünya Savaşı’na bir tepki olarak 1942 yılında o meşhur sözünü söyleyip eşi ile birlikte intihar etmiştir.
“Taraf olmamanın imkânsız olduğu bu dünyada bertaraf olmamak için bana kalan tek seçeneği, intihar hakkımı kullanıyorum.”
Taraf ve bertaraf olmak hakkında tarih, dolu dolu örnekleri barındırmaktadır.
Olumsuz dahi olsa; iki seçenekten birisi için seçim yapmak; kişiyi bir tarafın destekçisi, yandaşı yapmanın ötesinde seçim yaptığı tarafın da sorumluğunu üzerine yükler.
İşte o zaman; taraf mı bertaraf mı olduğu anlaşılır.