Yanlız Kalan Sen Değilsin. Oyuncakların!
Plastikten yeşil arabaya uzun bir tel takıp, ucuna direksiyon niyetine bir plastik çember yapıp da sürmeyeneniz var mı, yaşı 40-50 olanlardan? Ya da sürekli kolu bacağı çıkan bebekler, patlayan plastik toplar. Mantar tabancaları, fırdöndüler, topaçlar. Hani vardı ya; baban, annen senin kulaklarını çektiğinde, yatağında sakladığın, onunla uyuduğun bulunamayan oyuncaklar. YOK DU Ki?
Oyuncak mı vardı, o zamanlar. Siz ne diyorsunuz?
Deniz kenarında bulduğumuz taşlardan, deniz kabuklarını kolye yapardık hiç bir zaman olmayacak sevgililerimize. Taştan, kumdan, karpuz kabuğundan sevgilerimizi anlatırdık, oyarcasına. Ağaçlara, içinde A harfinin yanında 28 alfabeden birini asla kazımayı istemezdik. Kıyamazdık. Ama onların torunları olan saman sarısı kağıtlara yazmayı bitiremezdik, aşklarımızı yaza yaza, bitip tükenmeyen kalemlerde. Tükenmez demişlerdi adına. İnandık, dediklerine. Ama tükenmiş! Bilmiyorduk. Yoksa biz mi tükenmiştik?
“TÜKENMİŞ HER ŞEY. TÜKENMEYE YÜZ TUTMUŞ KALEM BANA KIZGIN. DİYORKİ BANA: BENİM ÖMRÜM BELLİ, SENİN ELİNDE, MÜREKKEBİM KURUMADAN YAZ DİYOR. CEKETİNİN SOL CEBİNDE KURUMAKTANSA, BENİ TÜKET DİYOR. İÇİMDEKİ KANI AKIT VE AKAN KANIMDAN ANLAMLI BİR SÖZ YÜKLEMİ ÇIKAR!
Soda ve gazoz kapaklarını taşla döverek kendine oyuncak yapan başka bir millet var mı? Ya da kırılmış camları kibrit alevi ile islendirip güneşe bakmayı akıl eden bir millet? Cam bilyelerini çaldırmaktan korkan bir çocuk daha gördünüz mü bu bu ülkeden başka?